21. Yüzyılda Diş Hekiminin Önlenemeyen Yükselişi – Emre Kırmızıtaş

tarafından tdh
0 Yorum Yap

Geçtiğimiz Eylül ayında düzenlenen TDB 23. Uluslararası Dişhekimliği Kongresinin programında sunumların arasında bu başlığı gördüğümde ilk başta hoş bir ironi olduğunu düşünmüştüm. Merak edip sunumu izlediğimde ise işin öyle olmadığını, sunumu yapanların meslekte gerçekten bir ”önlenemezlik” gördüğünü fark edip şaşırmıştım. Birtakım sistemik hastalıkların yine birtakım ağız ve diş hastalıkları ile olan ilişkisinin akademik açıdan görünürlüğünün az da olsa artmasının sıradan bir diş hekiminin hayatında ne gibi bir ”yükseliş” yarattığını anlayamadan salondan ayrıldım haliyle.

En son söyleyeceğimi baştan belirteyim: Ülkemiz ölçeğinde ortada önlenemez bir gerçeklik varsa o da diş hekimlerinin büyük çoğunluğunun çalışma şartlarının gün geçtikçe kötüye gitmesi ve hekimliğe dair olumlu anlamda ne kadar değer varsa aşınmaya devam etmesidir. Öyle çok uzaklara gitmeden, diş hekimliğinin ülkedeki son on yılını emek ve etik boyutlarıyla ele almamız bile durumun vahametini gözler önüne serecektir. Özellikle diş hekimlerinin sayıca yoğunlaştıkları büyükşehirlerde bu süreç çok daha doğrudan bir şekilde kendini hissettirmektedir. Örneğin meslekten çoğumuzun ismini bildiği, özel diş klinikleri sahibi bir şirket/grup artık diş hekimlerine yoksulluk sınırının altında bir maaş dayatabilmekte ve bu birçok diş hekimi için sorun teşkil etmemektedir. Yine böyle ”büyük” kurumlarda çalışan diş hekimlerinin emeklerinin karşılığını gecikmeli olarak almaları adeta kurallaşmış, amiyane tabirle içeride kalan paraların alınamaması ise gayet normal bir durummuş gibi kanıksanmaya başlamıştır. Yeri geldiğinde özel diş kliniklerini aratacak biçimde performans sistemi üzerinden işletilen kamu diş hastanelerinde çalışan diş hekimlerinin durumu ise hepimizin malumu. Peki, bu şirketler, patronlar böyle bir cüreti kendilerinde nasıl bulabiliyorlar? Veya kamuda çalışan diş hekimlerini hekimden başka her şeye çeviren performans baskısına karşı üç beş cılız ses dışında neden tepkisiz kalınıyor?

Aslında bugün bir bütün olarak bakılınca sorunların diğer sağlık emekçileriyle ortak olduğu görülmektedir. Benzer hak kayıpları, emek gaspları sağlığın bütün alanlarında yaşanmaktadır. Bu durumun da sağlığın olumsuz anlamda değişen tanımıyla yakından bir ilişkisi vardır. Temel bir hak olmaktan çıkarılıp alınıp satılabilen bir meta haline getirilmesine yönelik neoliberal saldırıların başladığı ilk zamanlardan beri sağlık, sermaye açısından hep kârlı bir alan olarak görülmüştür. Kişinin sağlığa dair ihtiyacının ertelenemez oluşu, ”pazar” açısından da diğer yatırım alanlarına göre sağlığa göz ardı edilemeyecek avantajlar sağlamaktadır. Bu piyasalaşma süreciyle görece erken tanışan diş hekimleri ise, uyum konusunda pek de zorlanmadan mesleği bugünkü konumuna taşımışlardır. Yukarıda bahsedilen kötüye gidişin ufak tefek dirençler dışında neredeyse pürüzsüz ilerlemesinde (emeğini satarak geçinmek zorunda olan diş hekimlerinin aleyhine) günümüzde diş hekimliğinin piyasa mekanizmalarıyla ve sermayeyle olan organik ilişkisinin bu denli gelişmiş olması önemli bir etkendir.

Mesleğin sermaye ve piyasa mekanizmaları ile uzun yıllardan beridir süren bu ilişkisinin diş hekimliğine verdiği ve verebileceği zararlar aslında epey zamandır diş hekimleri tarafından hissedilmekte fakat bu, sorunun özünü idrak etmekten uzak, neredeyse içgüdüsel bir tepkiselliğe neden olmaktadır. Nedenlere değil de sonuçlara odaklanılması asıl hedefin gözden kaçmasına sebebiyet vermektedir; ”her yere fakülte açtılar, piyasayı düşürüyorlar”, ”bir Suriyeli hekimlerimiz eksikti, işimizi elimizden alıyorlar” gibi gibi. Buradaki önemli nokta, sorunların diş hekimlerine özel olmadığının, meselenin kökeninde sınıfsal çelişkilerin yattığının bilinciyle konuya yaklaşmanın, gidişatı anlamlandırabilmek için çabalarken doğru bir hatta ilerleyebilmenin önkoşulu olduğu gerçeğidir. Kaldı ki sorunu sadece diş hekimliği mesleğinin bir krizi olarak görmek mücadele olanaklarını baştan çok dar bir çerçeveye sıkıştırmak anlamına gelecektir. Bu nedenle diş hekimleri, sınıfsal pozisyonlarının farkına vararak emekten yana bir tutum almak zorundadırlar. Eski altın günler nostaljisi üzerinden kurulacak bir mücadele baştan kaybedilmeye mahkûmdur. Bize gereken meslektaşlar ve diğer bütün emekçiler arasında var olan ama kısmen deforme edilmiş ilişkileri dayanışma temelinde yeniden oluşturmaktır.

Süreci tersine çevirmek veya en azından gerileyişi durdurmak adına yürütülecek mücadelede üzerlerine büyük sorumluluk düşen meslek birliği ve odalar ise etkili bir duruş sergileyebilmek bir yana süreci kavramakta bile zorlandıkları görüntüsü vermektedirler. Değişen mücadele zeminine uygun bir perspektif benimsenememekte, OHAL ile birlikte gittikçe ağırlaşan baskı ortamında artık açık bir hedef haline gelen kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarından olan bu yapılar zaten oldukça kısıtlı olan müdahale kabiliyetini hepten kaybetme riskiyle yüz yüze gelmiş bulunmaktadırlar. Çözüm ise emekten yana bir mücadele anlayışının bu kurumlarda hâkim kılınmasıdır. Böylelikle hem odaların ve meslek birliğinin hareket kabiliyeti ve etki alanı genişleyecek hem de özellikle genç diş hekimleri tarafından bu kurumların daha fazla sahiplenilmesi sağlanacaktır.

Sonuç olarak diş hekimleri için işler pek iyi gitmiyor, mesleğin geleceği ise sektöre hâkim birtakım sermaye merkezlerinin yoğun baskısı altında şekilleniyor. Kurumlarımız –mış gibi yapmaktan öteye geçemiyorlar. İşin kötü yanı bu durum sadece diş hekimliğiyle veya sağlık alanıyla sınırlı değil. Genel olarak emekçilerin ve ezilenlerin cephesinden ülkede ve dünyada iyiye yorulabilecek gelişmeler yaşanmıyor maalesef. Ama öyle öldük bittik de değiliz. Biraz geri düştük ama toparlanamayacak bir durum yok ortada. O nedenle kötümser olmayı daha iyi zamanlara bırakalım, şimdilik işimize bakalım.

ŞUNLAR DA HOŞUNUZA GİDEBİLİR