Sağlıkta Dönüşerek Muhafazakârlaşma – Taylan Özgür Tan

tarafından tdh
0 Yorum Yap

16. yılını dolduran AKP iktidarı geçen bu süre içinde eğitim, sağlık, üretim gibi birçok alanda kendi açısından “devrim” diye nitelediği, bizim ise açık bir biçimde neoliberalizm, gericilik, sermaye yanlısı diyerek tarif edeceğimiz birçok dönüşümü gerçekleştirdi. Telekom, Tekel,  (bu yazının yazıldığı sırada şeker fabrikası özelleştirmesi gündemde) özelleştirme adımı ile memleketin ekonomisini ayakta tutan en önemli işletmeler sermayeye altın tepside sunuldu. Gerekçe en klasik biçimde bizlere aktarıldı: “Zaten zarar ediyordu.” AKP iktidarı döneminde 10 liman, 81 elektrik santrali, 36 maden sahası çeşitli biçimlerde özelleştirildi; bu liste genişletilebilir. Bir diğer önemli alan olan eğitim adeta yap-boz haline getirildi; her sene değişen sınav sistemi, bilimsellikten uzak, her dönem yoğunluğu artırılan dini referanslı, gerici müfredatlar ve konu içerikleri yurttaşların gündeminde ilk sıraları alıyor. Üniversiteler ilerici, aydın akademisyenlerin baskı altında kaldığı, kovulduğu, içi boş, iktidara boğun eğen ve onun istekleri doğrultusunda “bilimsel” üretim yapan kurumlar haline getirilmeye çalışılıyor.

AKP iktidarı açısından önemli gördüğümüz 2 alanı kısaca belirttikten sonra bu yazının gövdesini, yazılma amacını oluşturan sağlık politikalarına dönelim. AKP iktidarının politikalarına baktığımızda iki temel hedefin bu politikalara yön verdiğini görüyoruz. Bunlar özelleştirme ile sermayeye alan açma ve İslami referansları hakim kılma. Eğitim alanında İslamcı hayaller ile adım atılırken (Erdoğan’ın dindar, kindar nesil yetiştireceğiz açıklaması, TÜBİTAK’ın evrim sansürü vb) üretim alanında sermayeye alan açma hedefi öne çıkmakta. Bunlardan ayrı olarak sağlık alanında bu ikisinin de etkin rol oynadığını görüyoruz, yani sağlık piyasalaşırken aynı zaman dinci-gerici bir tahakküm altına da giriyor. AKP iktidarı döneminde sağlık alanında önemli iki dönüşüm yaşandı: Sağlıkta piyasalaşma ve sağlıkta gericileşme.

2003 yılında Sağlıkta Dönüşüm Programı (SDP) çerçevesinde sağlık hizmeti sunumu, sağlık finansmanı ve sağlık hizmetlerinden yararlanma biçimi piyasanın işleyişine bırakıldı. Performans yasası, 20 dakikadan 5 dakikaya indirilen muayene süreleri ile başlayan bu süreç, tüm sağlık çalışanlarına şiddet olarak devam etti ve “hasta yakını tarafından öldürülen sağlık çalışanı” haberi ile son noktasına kadar geldi. Burada iktidar, piyasacı politikalar sonucu esnek, güvencesiz, asgari ücret ile çalışan bir işçiyi aynı piyasacı politikalar ile nitelikli hizmet hakkı elinden alınan sağlık çalışanını karşı karşıya getirdi, bu emekçilerin birlikte mücadele etmesini engelledi, burada önem vermemiz gereken mesele esas olarak budur. Mücadele edilmesi gereken esas olarak sağlık hizmetini bir kazanç hizmeti olarak kurgulayan iktidar politikalarıdır. Hastanede yapılan tahlillerin, çekilen röntgenlerin gerekli olup olmadığını hastaya düşündürten yani aslında sağlık sistemine güvensizliği yaratan bu piyasacı politikalardır. Şehir hastaneleri 5 yıldızlı otel konforunda, valelerin olduğu mekânlar olarak sunulsa da kamu harcamaları tarafından karşılanan maliyeti büyük boyutlarda. Sağlıkta çözüm olarak sunulan, artık sıra beklenmeyecek denilen özel hastanelerde yurttaşlar kuyrukta bekliyor, son dönemde öğrendiğimize göre ise acil hastalarından artık ücret alınabilecek, sağlık piyasacı dönüşümün sonuçları bunlar.

Sağlıkta piyasacı dönüşümün yanında diğer önemli sorun ise muhafazakârlaşma. Yeni doğanda tutulan tarama formlarına eklenen, baba tc kimlik numarası, evlilik içi-dışı doğum, çocuğun dini ifadeleri, hastanelerde hastalara dini kitaplar dağıtılması, özellikle onkoloji servislerinde hastaları ölüme hazırlayan din psikologları, cin hastaneleri, aşıya karşı oluşturulan tepkiler, hacamat, sülük vb. alternatif tıp adı altında sunulan şeyler bu muhafazakârlaşma örneklerinden birkaç tanesi. Şimdi bunlara bir göz atalım.

Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı Mehmet Kapukaya Türkiye’de hastaların istedikleri takdirde din hizmeti almaları gerektiğini, dua ederek daha hızlı bir şekilde iyileştiklerini belirtti. Kapukaya bu uygulamanın 1995 yılında uygulandığını ancak Ankara Tabip Odası üyesi bir hekimin dava açarak bu uygulamayı durdurduğu biliniyor.

Kupa terapisi yani yaygın bilinen ismiyle hacamat, 2011 yılı 22-24 Temmuz tarihinde Zeytinburnu Kültür Sanat Merkezi’nde düzenlenen etkinlik ile tıp dünyasına tanıtıldı. Çeşitli hadislerde ifade edildiği için peygamber sünneti olduğu belirtilen hacamat yapılması teşvik edilen bir uygulama. Hadis ise şöyle: Hz. Peygamber (s.a.s)  bizzat kendisi Ebu Taybe adında bir Haccam’a hacamat yaptırmış ve başından kan aldırıp haccama ücretini ödemiş ve şöyle buyurmuştur: “Kan aldırma yollarının en güzeli hacamattır (Buhari, Tıb 13 Müslim, Musakat 62, 63 Ebu Davud Nakah 26, Tıp 3).” Popüler televizyona kanallarının sabah programlarında sıklıkla karşılaştığımız hacamat uygulaması birçok belirsizliği içinde barındırıyor. Burada elbette bunun tıbbi niteliği ile ilgili bir tartışmaya girmeyeceğiz, bunu zaten konunun uzmanı hekimler yapıyor ama yine de kısaca belirtmek gerekiyor. Hacamat uygulaması ile alınan kanın yüksek oranda ağır metal içerdiği ve bunun sağlık açısından çok faydalı olduğunu söylüyor hacamat yapanlar. Peki, sormak gerekiyor hacamat yapılan bireyler nerede yaşıyor, nasıl besleniyor, hangi yaş ve meslek grubuna aitler bilinmesi gerekir, bilimsel olduğu söylenen bir uygulamanın, bilimsel bir yöntem ile oluşturulması örneğin hasta skalası oluşturulması ve bununla ilgili istatistik tutulması gerekir ancak bunu göremiyoruz. Ancak burada dikkati çekmemiz gereken esas olarak şu: Hacamat modern tıbbi yöntemlere bir tepki sonucu gündem yapılıyor ve en az bu tepki kadar önemli olan bunun dini bir görev olarak yapılıyor olması, yani modern tıbbı elinde tutan piyasa yurttaşın sağlık uygulamalarına karşı olan güvenini yok ederken karşısına bilimsel niteliği kuşkulu uygulamaları bir “alternatif” olarak sunuyor. Bu uygulama bazı üniversitelerde ders olarak okutuluyor, bazen devlet desteği bazen ise göz yumması ile her yere hacamat merkezleri açılıyor ve bu uygulama yapılıyor. Bu güvensizlikten beslenen diğer uygulama ise sülük tedavisi, her ne kadar sülüğün nereden alındığı önemli vb. diye söylense de bu tedavi de büyük tehlikeler içeriyor (enfeksiyon vb).

Kadın hakları savunucularının büyük mücadelelerine sahne olan kürtaj AKP iktidarı döneminde zaman zaman gündem yapılan bir mesele. En az 3 çocuk, güçlü genç Türkiye sloganları ile ülkeyi yöneten iktidar, kürtajı cinayet olarak değerlendirmiş ve bu büyük tepkilere yol açmıştı. Kadının kendi bedeni ile ilgili vereceği bir kararı, kendi kararlarına bağladı iktidar. O dönem başbakan olan Erdoğan, “Bakanıma söyledim, kürtaj ile ilgili yasayı hazırlıyoruz ve bu yasayı çıkartacağız. Bunun bizim değerlerimizde bir yeri var. Buna müsaade edilmez. Şimdi bazıları çıkıyor, ‘Kürtaj yaptırmak bir haktır’ diyor, Kadın diyor, ‘isterse kürtaj yaptırır, o onun kendi hakkıdır, siz onun vücudundan müdahalede bulunamazsınız.’ İntihar edene de müsaade et, niye köprüden atlayana müdahale ediyorsun, atlasın aşağı. Böyle saçmalık olur mu? Burada iki cefa var. Bir, ana karnındaki ceninin öldürülmesi olayı var. İki, kendine zarar var. Biz bunları konuşurken bilimsel konuşuyoruz. Ve ana karnındaki ceninin öldürülmesi ile doğumdan sonra insanın arasında hiçbir fark yok” demişti.

Doğum kontrolü ile ilgili olarak hükümet sözcüleri ülke ekonomisine zarar verildiğini, hatta ülkeye ihanet edildiğini belirtmişti. Hatta bir hükümet sözcüsü tecavüze uğramış ve hamile kalmış kadınlar ile ilgili “niye çocuk ölsün, kadın ölsün biz çocuğa bakarız” bile demişti. Burada ortada ne çocuk sevgisi ne de vicdani bir mesele var, ortada olan ucuz iş gücüne ihtiyaç duyan kapitalizm ve onun sürdürücüsü bir iktidar var, doğum kontrolünün ihanet olarak değerlendirilmesi bu yüzden, yani ihanet dedikleri aslında daha fazla kazanç sözü verdikleri sermaye çevrelerine yapılan “ihanet”.

Yenidoğan tarama formlarına eklenen baba TC kimlik numarası, evlilik içi-dışı doğum, çocuğun dini ibareleri bu muhafazakârlaşmanın önemli bir parçası. Aslında bu bebeğin erken dönem tedavisi için yapılan bir uygulamadır, yenidoğan hastaneden ayrılırken kan örneği alınır, bebek 1 hafta beslendikten sonra ikinci bir kan örnek aile sağlığı merkezinde veya doğum yapılan hastanede alınır, amaç hayatın ilk haftasında tedaviye başlamaktır. Burada formlara eklenen maddeler açık bir biçimde hasta haklarının ihlal edilmesidir ama burada daha da önemli olan bu ihlalin gerici bir değerler uygulaması ile yapılmasıdır; evlilik içi-dışı bilinmesi, dini bilgi buna işaret ediyor.

2015 yılının yaz aylarında hastanelerde imam terapisiyle tedaviye başlandığını öğrendik. Samsun Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi’nde imam atandığını orada çalışan bir hekim bir haber kanalına bildirmişti. 8 aydır bu konu ile ilgili mücadele ettiklerini belirten hekim, “kliniklerde imam alınacak, hizmet sunacak şeklinde bir yönetmelik vardı. Biz bunu çok eleştirdik. İmam terapilere başlamış” dedi ve şöyle devam etti: “Mesela onkoloji servisinde araftaki hastalar, çizgi üzerinde öteki dünya ile bu dünya arasında gidip geliyorlar. Bir de imam dolaşıyor. Onları ölüme hazırlıyor, sanki ölüme davet ediyor. Onkoloji, psikiyatri bölümünde, bağımlı hastalarda, felçli hastalarda, geri dönüşü olmayan hastalar.”

Ankara’da Yıldırım Beyazıt Dışkapı Eğitim ve Araştırma Hastanesi de, AKP’nin gerici politikalarından nasibini aldı. Sağlık çalışanlarının ifadelerine göre, malzeme taleplerine yok yanıtını veren yönetim, hasta ve doktor odalarına seccade, İslam ilmihali, İslam peygamberinin hayatını anlatan kitaplar ile kıble yönünü belirten işaret levhaları koydurttu, hastaneye lüks televizyonlar taktırdı. Sağlık çalışanları bu nedenlerle sağlık hizmetlerinin aksadığını ve çalışanlar ile hastaların karşı karşıya getirildiğini belirtti.

Bu ve bunlara benzer binlerce örnek daha aktarılabilir. Bu gerici, piyasacı uygulamalar sürdükçe örnekler de artacaktır hiç şüphesiz. AKP iktidarı ile piyasacı uygulamalar gerici uygulamalar ile iç içe geçmiş bir vaziyette ve mücadele de bunların tamamını içererek edilmelidir.  Aslında saldırıya uğrayan çağdaşlık, ileri değerlerdir ama burada unutmamak gerekir ki modern tıp istisna örnekler dışında (Küba gibi) piyasanın insafına terk edilmiştir. Yani mücadelenin hedefi toplumun sağlığını öncelik olarak kabul eden, önleyici, koruyucu uygulamaları temel hedef olarak belirleyen bir sağlık sistemi olmalıdır. İlaç piyasasının sağlık politikalarını yönlendirmesine karşı çıkacağız, bunun karşısında (aslında karşısında değil yanında) yer alan “alternatif tıp” zırvası altında yapılanlara da karşı amansız mücadele vereceğiz, bütün bu sorunların temelinde piyasacı, önceliği kazanç olarak belirleyen sağlık sisteminin olduğunu ısrarla anlatacağız, çıkışımız için tek yol budur. Son söz olarak Dr. Ernesto Che Guevara’dan alıntı yapalım: “Şimdi geleceğe doğru yürüyüşümüz için tüm her şeye sahipken, hadi Marti’nin tavsiyesini hatırlayalım. Şu an için ben bunu bilmezlikten geliyorsam da, biri daimi örnek almalı: ‘Anlatmanın en iyi yolu yapmaktır.’ Hadi, artık Küba’nın geleceğine doğru yürüyelim.” Hadi artık biz de eşit, özgür bir geleceğimizin, nitelikli, ücretsiz sağlık hakkımızın olduğu bir ülke için yürüyelim.

 

 

 


 

https://bit.ly/2kYKNA4

https://bit.ly/2HCqAJo

https://bit.ly/2JHvXMj

Panitch

, L., Leys, C., Kapitalizmde Sağlık Sağlıksızlık Semptomları, Yordam Yayınları

Mooney, G., Ulusların Sağlığı, Yordam Yayınları

ŞUNLAR DA HOŞUNUZA GİDEBİLİR