Akademik Nepotizm – Atticus

tarafından tdh
0 Yorum Yap

Akademi kelimesinin kökeni Eski Atina’da Platon’un (M.Ö.427-M.Ö.347) öğrencileriyle buluşup matematik, doğa bilimleri gibi konuları tartıştığı Akademeia adlı zeytinliğe dayanır. Günümüzde ise anlamı edebiyat, sanat ve bilim konularını konuşmak üzere bir araya gelenlerin oluşturduğu kurumlar anlamını taşır.

Güncel tanıma uygun düşen akademilerin kuruluşu Rönesans’ın birçok sonucundan biri olarak İtalya’da başlamıştır. İtalya’da kurulan Arkeoloji Akademisi, Accademia della Crusca gibi öncülleri Fransa’da 1600’lerin ortalarında kurulan Academie Française ve yine aynı dönemde kurulan Londra Kraliyet Akademisi izlemiştir.

Ülkemizde ise 15 Temmuz sonrası alınan kararlardan biriyle kapatılan Harp Akademilerinin çekirdeğini oluşturan Mekteb-i Erkân-ı Harbiyye-i Şâhâne 1848’de, Güzel Sanatlar Akademisi adını alan Sanayi-i Nefise Mektebi 1882’de açılan ilk akademilerdir. 1983 yılında çıkarılan yasa ile bütün akademiler YÖK’e bağlanmıştır.

Akademiler, bilim, sanat ve edebiyatın özgürce tartışıldığı, yeni fikirlerin filizlendiği ortamlar olarak düşünülmesine rağmen, akademisyenlerin çelişkileriyle dolu yerlerdir. En azından ülkemizde mesleğimiz olan diş hekimliği akademik eğitim ve öğretimi için bunu söylemekte bir beis görmüyorum. Henüz lisans eğitiminin birinci senesinden başlayıp, doktora-uzmanlık eğitimiyle devam eden ve doçentlik sınavına kadar olan dönemin her bir kısmı kendi içinde eşitsizlik ve tutarsızlıklar içerir. Bunları teker teker incelemek bu yazının konusu olmadığı için etraflıca söz etmeyeceğim.

Her fırsatta övünç kaynağı gösterilen Türkiye’deki diş hekimliği eğitiminin herkesin farkında olduğu ancak hiçbir ilerlemenin gösterilmediği temel sorunlarını irdelemek gerekmektedir. Bunun en önemli sacayağı lisans eğitimindeki problemlerdir. Lisans eğitiminde ister diş hekimliği ister başka bölümlerde öğrencilerden istenmesi gereken şey verilen bilginin öğrenilmesi, değerlendirilmesi, sorgulanması ve uygulamalı alanlarda ise uygulanmasıdır.

Diş hekimliği fakültelerinde verilen bilgi kalitesini sorgulamak belki bizim haddimiz değil ama DUS’a hazırlanacak her öğrencinin bir kursa devam ettiğini düşünürsek ne derece yeterli bilgi verildiğini saptayabiliriz. Verilen bilginin yeterli olduğunu varsaysak bile öğrencilerin bunları sorgulamasına, özgürce düşünmesine ve bunu dile getirmesine müsade ediliyor mu? Hepimizin en az bir kere tanık olduğu üzere, anlatılan bir şeyin üzerine ilginç bir fikri akademisyene sunmak herkes için bir çekince sebebi olmuştur. Teorik bilginin tatbiki konusuna gelince de işler tamamen sarpa sarıyor. Derslerde ballandıra ballandıra anlatılan şeylerin klinik şartlarda hiç de anlatıldığı gibi olmadığını görmek can sıkıcı olsa da asıl istenen şeyin bir lisans öğrencisinden performans olması bütün eğitim sistemini felçe uğratıyor. Olması gereken ve akademik anlamda öncü üniversitelerin hepsinde olan sistem, öğrencinin bu bilgiyi doğru materyalle, doğru zamanda ve bir uzmanın gözetiminde doğru şekilde uygulayabilmesini sağlamaktır. Ancak bizde kısıtlı zamanda, yetiştirilmesi gereken klinik puanını tamamlamak en önemli gaye oluyor. Peki, bu kaygıya öğrenciyi kimler itiyor? Cevabı çok net: akademik kadro. Peki, bunu sorduğunuzda cevap olarak vaka bolluğundan ve elinizin pratikleşmesinden mi şikâyet ediyorsunuz deniyor. Aslında pekâlâ hepimizin bildiği üzere onların kaygısı duygusal! Klinikte bakılan tedavi kalitesinin hiçbir önemi yok. Birebir tanık olduğum bir olayda akademisyen asla yetişmesi mümkün olmayan klinik puanlarını öğrencilerin bitiremeyeceği söylenince ”napalım, yazın gelip tamamlasınlar o zaman” diye cevap vermiştir. Bu bakış açısı mı öğrencinin yetkinleşmesini istiyor? Bir zamanın mazlumları, şimdi koltuklarına kurulunca zalim mi oluyorlar?

Klinikte bakılan hastalarda kullanılan malzemenin öğrenci tarafından karşılanması, hemşireler, asistanlar ve hocalar tarafından mobbinge uğramaları ayrıca bir konu başlığı olsa da öğrencilerin bu konudaki boşvermişliği ve kabullenilmişliği tartışılmalıdır. Bunun sebebi onlarca olabilir kimisini haklı bulup kimisini saçma bulabiliriz. Ancak bu durumu tersine çevirecek olan yegâne güç yine öğrencinin kendisidir. O sebeple öğrencilerin haksızlıklar karşında durmasını sağlayacak tek şey ise dayanışmak ve örgütlenmektir.

Lisans eğitimindeki eksikleri, sorunları bir öğrenci arkadaşımızın değerlendirmesi, bu yazıda eksik kalmış noktalara değinmesi daha sağlıklı görünmektedir. Bu sebeple lisans eğitimi meselesini kapatarak lisanüstü eğitimleri incelemek istiyorum.

Bilindiği üzere lisansüstü eğitime iki farklı sistemle devam ediliyor: Uzmanlık öğrencisi ve doktora öğrencisi.

Uzmanlık eğitimine, bilgiyi ölçmesi ve tutarlılığı tartışılır olsa da DUS’da belirli bir başarı sıralaması ile başlanıyor.  Sınav soruları çalınmadığı veya belirli çevrelere servis edilmediği varsayılırsa adaylar arasında bir eşitlik olduğunu söyleyebiliriz (lisans eğitimindeki eğitim kalitesi, bir kursa kayıt olup olamama vb. gibi durumları göz ardı edecek olursak).

Ancak doktora eğitimi daha en başında eşitsizlikler ve adam kayırmacılıkla başlıyor. Mülakatın etkisinin 8 Eylül 2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Lisansüstü Eğitim ve Öğretim Yönetmeliği’nde %15’ten %30’a çıkarılmasını başka nasıl açıklayabiliriz? Başvuran adaylar arasında sınav ve lisans başarılarına göre bir sıralama yapılması beklenirken her doktora başvuru döneminde en az 1 kürsüde garabet sonuçlarla karşılaşıyoruz. Yukarılarda dayısı olanlar, sağlam referansı(!) olanlar en ufak bir çaba sarfetmeksizin doktora eğitimine kabul alıyorlar. Bu sebeple akademiler nepotizm ile yönetiliyor demek abartılı bir iddia olmaz. Doktora mülakatlarında haksızlığa uğrayıp hukuki süreci başlatıp, doktoraya girmeye hak kazananlar ise akla gelmeyecek mobbinge uğruyorlar. Hiç bir akademisyen ise bırakın özür dilemeyi, istifa etmeyi oraya hak ederek giren öğrenciyi ”sen nasıl bizi mahkemeye verirsin” diye paylayıp iş yükü altında ezmeye çalışıyor. Açılan her dava akademi için birer utanç tablosu olarak orada duruyor. Kimse bir açıklama bile yapma nezaketini göstermiyor. Ancak modern kölelik henüz başlamadı bile.

Doktora eğitimi sürecinde birçok doktora öğrencisi danışman öğretim üyesinin müstahdemi olarak görev yapıyor. Danışmanın kişisel birçok ihtiyacı öğrencisi tarafından karşılanıyor. Bu durum öylesine alışılagelmiş ki doktora öğrencisi bunu yaparken danışmanı ile daha ayrıcalıklı bir bağ kurduğunu düşünerek bunu bir süre sonra seve seve yapıyor. En önemli amaç, bir an önce doktora tezini sunup gitmek olduğu için bu yolda yapılan her şey mübah sayılıyor. Öğretim üyelerinin hakaretleri karşısında cevap verip kendini savunanlar çıkıntı ya da düzeni bozan kişiler olarak görülüp ilk başta kendi arkadaşları tarafından dışlanıyorlar. İşte yine bunun en önemli sebebi dayanışma eksikliği. Sebebi üzerine düşünmek gerekiyor ki doktora öğrencileri kendilerini aynı gemide görmüyor. Bireysel çıkarlar herşeyin önüne geçiyor. Oysa ki örgütlü bir mücadele ile ne kendinin hakkına hukukuna tecavüz edilebilecek ne de her gün yüzyüze baktığı arkadaşına. İşte bizler tüm doktora öğrencilerini Toplumcu Diş Hekimleri olarak böyle bir dayanışma ve örgütlülüğe davet ediyoruz.

Akademik anlamda doktora eğitimi öğrencilere hiçbir akademik bilgi, perspektif ve özgün düşünme yetisi sunmuyor, sunamıyor.  Son yıllarda yayınlanan makalelere bakıldığında bu araştırmaları yapanların neredeyse tamamın yeni doçentler ve doçentlik için yayın yapması gereken uzman doktorlar olduğu çok açık. Profesörlük kadrosunda olan akademisyenlik adeta akademik atalet içinde olduğu gün gibi ortadadır. Adeta bir devlet dairesi gibi işletilen kürsülerde bilimsellikten çok uzak, sadece hasta bakmaya yönelik bir durum mevcut. Bunu görmemek için kör olmak gerekir. Akademik kadroların adeta işgal edildiği, yeni gelen akademik kadroların da eşe, dosta, oğula, kıza dağıtıldığı bir ortamda bilimselliğin adından bile bahsedilemez. Daha bunun gibi onlarca sorunun pençesinde verilen eğitimin sadece adı “doktora eğitimi” olur.

Ancak umutsuzluğa yer yok. Bizler Toplumcu Diş Hekimleri olarak akademik özerkliği, liyakatı ve bilimi her halükarda savunacağız. Her türlü hukuksuzluk, taciz, hakaretin karşısında olup, bunların takipçisi olacağız.

Özgür, eşit ve ücretsiz eğitimi savunmak için, liyakatı tek kriter yapmak için, dayanışmak için sizleri de Toplumcu Diş Hekimleri’ne davet ediyoruz.

ŞUNLAR DA HOŞUNUZA GİDEBİLİR