Hak Olan Sağlıktan Hak Edilen Sağlığa – Kenzi Özge İlbaş

tarafından tdh
0 Yorum Yap

”Sağlık hakkı sağlıklı olma hakkı demek değildir; yoksul ülkelerin kaynakları olmadığı halde pahalı sağlık servisleri kurmaları demek de değildir. Sağlık hakkı, hükümetlerin ve yöneticilerin mümkün olan en kısa zamanda herkesin ulaşabileceği ve yararlanabileceği bir sağlık sistemini kuracak politikalar ve eylem planları ortaya koymalarını gerektirir. Bunun gerçekleşmesini güvence altına almak, hem insan haklarıyla uğraşanların hem de halk sağlığı çalışanlarının vermeleri gereken en büyük mücadeledir.”

Mary Robinson

Herkesin mümkün olan en yüksek sağlık standardına ulaşma hakkı ilk olarak Dünya Sağlık Örgütü’nün 1946 yılındaki tüzüğünde geçer ardından Dünya Sağlık Bildirgesi’nde ve bunları takiben çok sayıda evrensel bildirgede yer almakta ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde de resmen belirtilmiştir. Hukuk kuralları gereği evrensel bildirgelere imza atan ülkeler bildirgelerin içerdiği hak ve yükümlülükleri halklara sağlamak zorundadırlar; o nedenledir ki evrensel belgelerin önemi kanunları değiştirebilecek yaptırımlarından gelir. Gerek ulusal gerekse uluslararası alanda pek çok belgeye imza atmaktan çekinmeyen ülkemizin temel sorunu ise söz vermekte olmayıp uygulamaya bir türlü geçememesinden ya da tam tersi yönünde uygulamalar ile hareket etmesinden kaynaklanmaktadır.

Kurulduğu yıllarda toplumsal sağlık hizmetlerini benimsemiş olan Türkiye, ki zaten başka türlüsü ekonomik olarak da mümkün değildi, liberal politikaların kapitalist politikalara hızla evrilmesini takiben ülkenin mevcut ekonomisi gözetmeksizin sağlıkta derecelendirme sistemlerini yerle bir ederek sağlık hizmetlerine kolay ulaşım adı altında maliyeti en yüksek olan hizmet biçimlerini benimsemiştir. 1980’li yıllarda Dünya Bankası kapitalizm dümeninden seslenirken insanların vazgeçemediklerinin başında sağlık ve eğitim gelir diyerek; devletlerin bu sektörleri özelleştirerek kar elde edeceğini duyurmasının ardından tesadüf müdür bilinmez 1990’lı yıllarda ülkemizde özel okul ve hastane sayısında hızlı bir artış oldu. Sağlık hizmetleri paydaşların rekabetine açık hale getirildi. Tırmanan rekabetin kırılma noktasını ise mevcut hükümetin 2003 yılında yürürlüğe soktuğu ”Sağlıkta Dönüşüm Projesi” oluşturmaktadır.

Sağlıkta Dönüşüm Projesi öncesinde düşük bir ivme ile değişen sağlık sistemini parabolik bir ivme ile kapitalist sermayenin lehine döndürmüştür. Reklamlarında halkın daha iyi hizmet alması için başlatılan bir proje zaman geçtikçe gerçek yüzünü gösterip aslında tamamen sermayenin lehine bir proje olduğunu kanıtlamıştır.

Sağlıkta dönüşümü paralelinde izleyen eğitimde dönüşümün sonucu olarak özel üniversitelerin sayısındaki aşırı artış ve de hekim sayısındaki hızlı artış izlemiştir. Hekimlerin elinden aynı anda kamu ve özel kliniklerde çalışma hakkı tam gün yasası ile alınmış ve bir seçim yapmaları istenmiş, devamında ise içi boşaltılmış kamu hastaneleri ve de üniversiteleri sorunu meydana çıkmıştır. Özele kaydırılan öğretim üyeleri ve hekimlerin bıraktığı kurumlar işlevsizlik ile itham edilerek özelleştirmeye açılmıştır. Özel üniversitelerde fahiş fiyatlardan okutulmasına ve de yetkin öğretim üyesi kadrosu olmamasına rağmen tıp ve diş hekimliği gibi bölümler çokça tercih edilmektedir. İnsanların garanti meslek olarak görüldüğü hekimlik her yönüyle zayıflatılmakta, yıpratılmakta ve de itibarsızlaştırılmaktadır. Gerek özel sektörde gerekse de kamuda çalışan hekimlere dayatılan performans sistemi nitelik değil nicelik yasalarına göre işletilmekte ve hekimlerin maaşları ay içerisinde yapmış oldukları cirolara göre değişmektedir. Daha fazla kazanmak için hekimlerin mesleği özel kılan etik ilkelerden ödün vermeleri beklenmektedir. Sağlık hizmetini bu şekilde yalnızca parasal değerlerle ölçen bir sistem karşı tarafta hastalara tam tersi yönünde nitelik masalları anlatmaktadır. Kapitalist kandırmacalarının son derece başarılı olduğunu söylemek ne yazık ki yerinde olacaktır.

Bulduğu her kaynağı sonuna kadar kullanan kapitalist sağlık sermayedarları bununla da yetinmeyip, hasta hakları adı altında hekimlerini açık hedef haline getirmekte, önce hekimler arasındaki işbirliğini ortadan kaldırıp yerine birer rakip yaratarak sonrasında da hastalar ile hekimler arasındaki yaşanan sorunlardan faydalanmaktadır. Bunu da hekimleri tıbbi uygulama hataları üzerinden ödeyecekleri tazminat ile tehdit edip sigorta şirketlerinin eline terk ederek başarmaktadır.

Sonuç olarak kapitalizm her yerde karşımıza insan hakları ile bağdaşmayan eşitsizlikler olarak çıkmaktadır. Sağlık sisteminin birer parçası olarak mesleğin geleceğini kurtarabilmek için örgütlü bir mücadeleye hemen bugün başlanılmalıdır. Halkın ve hekimlerin hakları aynı anda savunulmalı ve gereken önlemler için meslek içi tartışmalara başlanmalıdır. Kısa günün karı ile hiçbir meslektaşımız uzun vadede rahat ve huzurlu bir hayat idame edemeyecektir.

Adalete susamış Anadolu halkları sağlıkta da adalet beklemektedir; bunun onurlu mücadelesini vermek de biz hekimlerin görevidir.

ŞUNLAR DA HOŞUNUZA GİDEBİLİR