Çürü(me) – Emel Uysal

tarafından tdh
0 Yorum Yap

‘’NE ÇOK YALAN SÖYLENİYOR YERYÜZÜNDE; SÖZLE, YAZIYLA, RESİMLE VE SUSARAK’’ 

Yusuf ATILGAN, Anayurt OTELİ                                                                                     

 

Doğduğunda uzunca süre aciz kalan insan, sırtı pışpışlanınca her şeyin güzel olacağına kolay ikna ediliyordu. Okul sıralarına doğru ustaca güdülenmiştik; yemeği bitirilmeyen annenin egemenliği yerini ödevi bitirilmeyen öğretmeninkine bıraktıkça egemeni memnun etmeyi özümsemiş, derecelerle yarışmayı bilerek soluğu fakültelerde almıştık çoğumuz. Yüzde birlere girenler, sıkı çalışmalara idmanlı olanlardık fakat yaşıtlarımızdan farklı hayallerimiz yoktu ve biz de gençliğimizin sarsıntılarını asla unutmadık. Mutlu hayatın katlanılacak koşulları diye geldiğimiz diş hekimliği fakültelerinin ceberutluğundan kimse bize bahsetmemişti. Orta sınıf bütçeleri fersah fersah aşan masrafları ve yol kenarı yalnızlığı ile tanıştığım Ankara’daki fakültemde ilk gördüğüm: hafriyat çöpü yığılmış bahçesi ve sigara içen mutsuz hastalarıydı. Fakir ve rutubetli duvarları gizleyen deniz manzaralı dev poster yırtılmış da sanki yırtıktan görünen köklü sorunlara baktıkça kalbim kırılıyordu. Fakülte yıllarında öğrencilere iltimas geçmeden işleyen zalim iktisat protokollerinin, her gün yüceltilen hoyrat bir eğitim disiplininin ve bezdirici derslerin ağırlığı altında ezilerek büyüdük ve soluklaştık. Oldukça formel sayılacak bir eğitim yüzünden okul koridorlarında koşturarak birbirlerine temas etmeden eğitilen insanların konuşamamaktan utanarak başladığı naif yılları, nasıl utanmadan konuşmayarak bitirdiklerine tanık olduk. Üst sınıflara çıktıkça artık uzun sohbetler yapmaz, pahalı malzemelerini paylaşmaz, stajlarda kalarak arkada bıraktığı arkadaşlarını umursamaz buz gibi insanlar üretiyordu bu mekan. Tıbbi branşlara özgü çiğ bir sosyolojik boşluğu, o meşru bilim tapıncı dolayısıyla hoca tahakkümünü kabul etmeden kimsenin başarıyla çıkamadığı yerlerdi. Bugün bu dolayımlı ‘başarı’ tanımına karşın net bir itiraz bilincine sahip olsak da ülkede örgütlülüğün en çorak yıllarına yazgılı olduğumuzdan olsa gerek derdimizi duyuramıyor ve aynı düzeni sürdürüyoruz. İnsan olmanın özüne ait bir değer taşıyan hekimlik sanatının incelikleri yerine, halen nobran bir akademik ıslahat benimsenen fakültelerimizde mekanize ve mutsuz bir diş hekimi profilinin yeşerdiğini izliyoruz ve icra ettiği mesleğine kaçınılmaz olarak bu sorunları nasıl taşıdığı gerçeğiyle yeterince yüzleşmiyoruz (Diş Hekimliği Fakülteleri Yeni Mezunları İçin Değerlendirme Anketi Sonuç Değerlendirmesi). Tüm fakültelerde bu eğitim metotlarının benzerliği sebebiyle her şeyi olağanlaştırma yanılgısına düşmeden berrak bir bilinçle mücadele alanı yaratmamız gerekiyor. Sosyal medyada adıyla müsemma ‘marmara diş rezaleti’[1] şeklinde yer bulan öğrenci hareketinde nüvesini gördüğümüz bu bilincin kısa sürede üniversiteler arası karşılık bulması bu sorunların yaygın bir tabanı olduğunun açık bir emaresiydi. Fakat hareketin sağlık meslek örgütlerince yeterince sahiplenilmemesi, sağaltılamamasından cesaret bulan üniversite yönetimi, öğrencilere verdiği sus payı uygulamalarla eylemi sönümlendirdi ve eminim öğrencilerin içinde bir yer sessizce burkuldu. İyileştirmeyip üstü örtüldükçe büyüyen her yara gibi mesleğin üstüne iyice yapışmış olan bu temel sorunların sahiplenilmeyi beklediğini ve kalıcı çözümler üretmenin aciliyetini hatırlamamız gerekiyor.

 

‘’BU KADAR YÜKSEKTEN ANCAK DÜŞEREK İNİLİR’’

Barış BIÇAKÇI, Sinek Isırıklarının Müellifi    

                                                     

Milenyum kutlamaları yapmış tuhaf bir neslin parçasıydım, hayatta esaslı sevinçler pek olmuyordu, 2003’te mesleğe atıldığımda AKP iktidardaydı ve uygulamaya koyduğu neoliberal atılımlarla övünç duyuyordu. Bizde herkes muayenehane hekimliğinin bittiğinden dem vuruyor, akılcı ve temkinli kötümserler başımıza gelecek tehlikelerden bahsediyordu. Muayenehaneci olarak özelden hizmet verme geleneğiyle büyütülmüştüm, piyasa koşullarına güdülenmiş, yalnızlık çekerek bocalayan bir kalabalığın üyesiydim, hastalarla arızi bulduğum para-sağlık denkleminde bir bağ kuramıyordum.[2] Okulda vaadedilenler de müthiş sırayla bir bir olmadı. Şehir kulüplerine üye olmak, gösterişli muayenehane açmak, insanlara kartvizit uzatarak ilişki kurmak, refah seviyesi yüksek hayat vb. Girdiğim yeri kurutuyordum. Sağlıkta diş hekimliği hizmetleri kamu çatısında yoğunlaşıyor, kamu erki kısmen özerk bir alan olan diş hekimliğini uzlaşmaz biçimde bölüp parçalayarak kendisi tanımlama gayretine girişmişti, mesleğin bilindik refleksleri zayıflıyor, ‘aile içi’ çatışmalar keskinleşiyordu: kamucular ve muayenehaneciler. Kamu hizmeti vermek beni heyecanlandırdı. Burada kamuda (sağlık bakanlığı kurumları) çalışanların toplum faydasını daha çok gözettiği, muayenehane hekimlerinin neoliberal politikalara daha yatkın ya da razı olduğu yargısına varmanın hatalı olacağı vurgusunu önemli buluyorum. Daha ziyade kimliksizleşerek, elinden alınan tarihi değerleri, itibarı, çalışma disipliniyle nerede konumlanacağını bilemeyen kafası karışık bir meslek bulduğumu söylemek yerinde olur. Sermaye için cazip, savunmasız ve güzel bir pasta payı olarak diş hekimliği sahası artık iktidarın yeni kodlarıyla dizayn ettiği bir alana dönüşmüştü. ‘’Kamu gibi’’ sunulan hizmetlerde sözleşmeli, güvencesiz ve esnek çalışma sistemiyle emek sömürülüyor, niteliksiz ve verimsiz bir sağlık alkışlanıyordu ve hayatında ilk defa diş tedavisi gören hastalar içinse sanat addedilen bir mesleğin adeta ‘kitsch’ olan bu formunun reva görülmesi sorun oluşturmuyordu. Çünkü temel seviyede sağlık hizmetine sonunda ulaşmanın sevinci gülüşlerinin estetiğinden önce geliyordu. Muayenehaneciler nispeten örgütlü sayılsalar da kendi gelenekleri dışında hizmet veren meslektaşları için yeterince kaygılı görünmüyor, problemleri sahiplenip ortaklaştıramıyorlardı. Herkes kızgındı, reva görülen şartlara, onca hasta bakılmasına, mesleğin böylesine aşağı çekilmesine kızıyor, izin verilmemesi öğütleniyordu. Öte yandan yersiz bir konfor bu dar alanda mesleğin zaten hayat bulamayacağına dair gizli bir güven sağlıyordu. Öyle olmadı, bugün çoğu muayenehane kapandı ve bakanlığa bağlı bu çarpık kamu kurumlarındaki hekimlerin ivmesi artıyor. Varoluşumuza sebep olan, hepimiz birleşsek dermanı olacağımız şekilde yıllarca muhtaç bırakılmış bir toplumun oldukça çok diş hastası vardı. Büyük ezilenler sınıfı. Hastalıkların siyasi sebeplerinin mikrobik sebepleri kadar önemli olduğu bilgisi fakültelerde verilen bir ders değildi. Öğrencilerle derslerde ya da makalelerde ‘diş hekimine gitme sıklığı’ indeksiyle tanıştırılan, mezun olunca ‘bizim milletimiz tembeldir, diş hekimine gitmez / temiz değildir, dişlerini fırçalamaz’ gibi mesnetsiz argümanlarla haksızlık yapılmış bu ezilenler sınıfı, yoksunlukların verdiği ilkel bir tür hınçla bizi beklemişti. Şimdi herkesin payının olduğu sessiz bir günahın diyetini ödercesine fazla sayıda hasta bakıyoruz. O ezilenler sınıfının bir parçası olduğumu anladığımdan beri gençliğime sinen o mesleki yalnızlık duygusu gitmişti. Fakat yetmiyoruz, kısa sürede tükenerek, meslek hastalıklarıyla sakatlanarak, şiddete maruz kalarak hala bu iktidar alanlarında varolma mücadelesi veriyoruz. Bugün bu sınıfın üyesi olduğumu, hak mücadelesi yapılacaksa kapitalizme karşı ve bu sınıfın tüm bileşenlerine yaslanarak yapılması gerekliliğinin bilincindeyim.

Meslekteki bu sert düşüş; sağlığın organize edilmesindeki çok temel bir sorunun yani yıllarca koruyucu ağız ve diş sağlığı basamağının yokluğuna bağlı olarak toplumun geldiği sağlıksızlık hali ve bizlerdeki sonuçları bakımından önemli bir olgu olarak düşünülmeli. Bugün 7-14 yaş çocuklarında halk sağlığı sorunlarının başında ağız ve diş sağlığı sorunlarının gelmesi[3] devletin zalim iktisadi dilini kullanma hatasına düşmeden kendimize basit soruları sormamızı gerekli kılıyor. Meslek etiğimizin gerektirdiği gerçeklikte toplum ağız ve diş sağlığını dert ediniyor muyuz? Koruyucu ve önleyici ağız ve diş sağlığı basamağını hayata geçirmenin önüne koyduğumuz mesleki engeller nelerdir? Topluma genel sağlığın önemli bir parçası olarak temel ağız diş sağlığı hizmetlerini eşit, ücretsiz ve insana yakışır şekilde verecek bir sağlık politikamız var mı?

DAYATILMIŞ AĞIZ VE DİŞ SAĞLIĞINA KARŞI OLMAK

David Harvey Umut Mekanları adlı kitabında; kapitalizm şartlarında hastalığın ‘’çalışamaz hale gelme’’ olarak tanımlandığını söyler. Harika bir tespit. Sağlıkla alakası yoktur bu hastalık tanımının; aynı şirketleşmiş kapitalizmin işletildiği hastanelerde hastaların sağlığıyla alakadar olunmaması gibi. Tam bir sağlığa kavuşma aranmaz, ilaçtan beklenen yarar ayakta kalmaktır çoğu zaman, diş hekiminden beklenen tedaviler de şipşaktır. En çok talep eğreti olan, beklendiği ölçekte tatmin veren uygulamadır. Tüm bilinenler unutulmalı, bu beklentileri karşılayan hekimler yaratılmalıdır. Her şey sürdürülebilirlik için gereken hızda olmalı ve dayatılan sürelerde hastalar onmalıdır. İktidarın diş hastanesinde belirleyici kamu erkidir ve onun yasal temsilcisi başhekim o alanda üretilen sağlığın denetimcisidir. Medullalar, otomasyonlar, entegre işlemler vardır, malzemeler, hastaya ayrılacak süreler standardize edilmiştir, kalite kisvesinde boy boy afişe edilmiştir. Sağlık pazarlanır, yeni normlar hastalara öğretilerek yeni bir okur-yazarlık tariflenir, gayrı bilimsel işlere meşruiyet kazandırılır. Örneğin çekimin, dolgunun on dakikada bittiğine ikna edilmiş hastalar üretilmişse, yirmi dakikada bitiremeyen hekimlere hesap sormak tıbben olmasa da iktisadi gerekçelerle mümkündür. Kendilerine söz verilen takvimlerde aksama yaşayan hastalar kızabilir. Onlarla bu yüzden çatışmak beyhudedir, özenle ve sistemli olarak verilen yeni bir sağlık anlayışı edinmişlerdir; bu tuhaf sağlık ideolojisini destekleyen mekanizmalarla donatılmışlar ve kışkırmışlardır. Bu hastaneler aracılığıyla iktidar kendisine uygun hasta özneleri ve hekim özneleri yaratır, onları kendiliklerinden koparır ve kendine tabi kılar. Bu sayede kendini sağlığın her alanında güçlü bir şekilde tanımlayabilir. Kendisi olamayanlar artık birer iktidar özneleridirler. Kendilerini var edemedikleri için hasta olanlardır. Hastalarla tanışmak, gözlerine bakmak ve tıbbi geçmişini dinleyerek bütüncül bir teşhis-tedavi tatbik etmeyi isteyen diş hekimleri bir ağzı tamamen göremez hatta bir diş çene arkının diğer tarafına dahi bakamaz hale gelebilir, zamanla körleşir. Bu hızın anlamlı bir sebebi vardır, sermaye. Çünkü sermayedar gibi çalışan bir SGK baskısı, hastanın faturası, hekimin hakedeşi vardır. İşletmelerdeki gibi hesap verilen bir patronaj sistemi vardır. Ortamda olması beklenen ama tek olmayan şey sağlıktır diyebiliriz. Yine Harvey’in dediği gibi sadece yaşamak için çalışmayı değil, çalışmak uğruna hasta kalmayı da kapsayacak şekilde ne gerekiyorsa yapmaya mecbur olduğumuz koşullardayızdır. Kapitalistin marketi gibi, fabrikası gibi hastanesinde de o koşullara mahkum olarak hasta ve hekim aynılaşmışlardır.

Sağlığa ayrılan kaynakların aslında topluma ‘’sağlık hakkı’’ olarak geri dönmediğini verili olarak biliyoruz. Neoliberal olmakla övünenlerin sağlık alanında beslendiği bu büyük bataklığı kurutmadan nefes alacağımızı, kendimiz gibi çalışacağımız koşulları yaratabileceğimizi düşünmüyorum. Hastaların pedagojisi de ancak kadim değerleriyle aydınlanmış ve hastalarıyla mücadeleyi sahiplenmiş hekimlerin varlığıyla mümkün olur kanaatindeyim. Diş hekimlerinin de bu toplumcu paradigmada daha fazla geç kalmadan yerini alması gerektiğini düşünüyorum.

Bugün tüm sağlık çalışanları; toplumcu bir perspektifte birleşerek sermayeye hizmet eden bu sağlık tanımlarını sarsmalı, kendi mesleki tarihlerine dönük pratiklerini hatırlamalı ve toplumun sağlığını önceleyen gerçekçi ve örgütlü bir savunuyla sağlığı yeniden inşa etmelidirler. Özcü yaklaşırsak toplumcu sağlık anlayışının emek temelli doğası gereği kapitalizme karşı dik durduğu bir mücadele hattını geliştirmek hepimiz için ahlaki bir yükümlülüğe dönüşmüş halde. Tüm sağlıksızlığın kaynağının eşitsizliklerin olduğu bir dünyada sınıf mücadelesine omuz vermeden mesleki olarak da erdemli bir duruş sergilenemeyeceğini kavramak gerekiyor. Sağlık meslek alanlarında, üniversitelerde pazarlığa oturup performans hesabına giriştikçe ve korparatist bir sağlık anlayışına izin verildikçe, sağlıkta dönüşüm programının her açılımında sağlığımız gibi mesleki değerlerimizi de kaybettik. Anayasal haklarımızın bir payesini de taşıyan meslek örgütlülüğünü yükseltmek, tüm sağlık ailesiyle bir aradalık sağlamak ve diğer sınıfsal haklardan sağlığı da ayırmadan beraber mücadele etmek gerekiyor. Uluslararası kompradorlara teslim edilen sağlığımızı böyle bir bütünsellikle geri kazanmanın bir ütopya olmadığı, praksisin gerçekleştiğinde mesafeleri kaldırarak toplumsal esenliğimizi de beraberinde getireceği fikrine sıkıca tutunmayı öneriyorum. Şair haklı, umudun rengi olsaydı bana göre de mavi olurdu, hepimizin baktığı gökyüzü gibi.

 

 

 


[1] Haber linki: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/egitim/545187/Marmara_Dis_Hekimligi_ogrencileri_isyan_etti.html

[2] Öcek, Z. Vatansever,K. Piyasa Mekanizmalarının ve Sağlıkta Dönüşüm Programının Baskısı Altında Bir Meslek Alanı: Diş Hekimliği

[3] Sağlık Araştırmaları Genel Müdürlüğü İstatistik Yıllığı-TUİK, 2015

İllüstrasyon: Erhan Cihangiroğlu

ŞUNLAR DA HOŞUNUZA GİDEBİLİR