Kimin sağlığı? – Serenay Kırlı

tarafından tdh
0 Yorum Yap

Türkiye’deki sağlık sistemini sorularla özetlemek istersek;

Sağlık bir sektör müdür?

Sağlık alınıp satılan bir meta mıdır?

Sağlık iki ucundan pay sahiplerinin çekiştirdiği bir pazar mıdır?

İçinde bulunduğumuz sağlık sistemi bu sorulara verilen ‘evet’ cevabıdır. Özel  ya da devlet fark etmeksizin tüm hastaneler bu evet cevabına uygun olarak işletilmektedir. Şöyle ki temel amaç hastalığı tedavi etmek ya da önlemek değil, hastalıktan kâr elde etmektir. Bir diğer anlamda hastalık aslında şu haliyle pazarlanan bir şey haline dönüşmüştür. Hal böyle olunca da yürütülen sağlık politikasının temelinde bitmeyen hasta yani müşteri garantisi yatmaktadır.

Kendini finansal açıdan döndürmeye odaklanmış neoliberal sağlık politikalarında bu sistemden etkilenen 2 temel cephe olarak hasta ve hekimi görüyoruz. Hekim cephesine biraz yakından bakarsak; şu haliyle piyasalaşmış çarkın dişlilerini döndüren eleman olarak tanımlayabiliriz. Hekime biçilen görev hasta tedavi etmekten çok şirketleşen hastanelerin kârını yükseltmek. Devlet hastanelerinde sistem bu noktada kendini beslemek için performans yasası adında bir yasaya sahip. Aslında özel hastanelerde de durum çok farklı değil yalnızca adı yok. Bu yasa kabaca ne kadar çok hasta o kadar çok para denklemini kuruyor. Tamamen kâr amaçlı ilerleyen sistemde tedavinin niteliği önemsizleşiyor. Hekim performans baskısıyla haddinden fazla hastaya bakmaya zorlanıyor, emeği değersizleştiriliyor. Diğer taraftan üzerindeki baskı sonucu yapacağı tedaviyi buna göre şekillendirip sisteme entegre olan hekimler etik anlayışını performans üzerinden kaybediyor. Keza özel muayenehane ya da hastanelerde de durum farklı değil. Hekimlik, vasfını aynı yoldan yitirirken hasta – hekim ilişkisi müşteri – esnaf ilişkisine evriliyor.

Sisteme hasta açısından baktığımızda bitmeyen, bitmesi istenmeyen hastalık sahibi kitleyi görüyoruz. Bu sistemde hastanın tam olarak tedavi edilmesi mümkün değildir. Tedavinin niteliğinden çok niceliğin önem kazandığı bu sistemde, yapılan tedaviler uzun ömürlü olmaktan ziyade günü kurtarma odaklıdır. Ağız diş sağlığı özelinde konuyu ele aldığımızda hastaya uygulanan dolgu ya da kanal tedavisinin başarı oranından çok yapılmış olması önem kazanmaktadır. Bu noktada şunu vurgulamak gerekiyor; nitelikli tedavi etme hakkı performans üzerinden hekimin elinden alınırken nitelikli tedaviye ulaşma hakkı aynı yolla hastanın elinden alınmaktadır. Bu olumsuz duruma rağmen sistem, savunucuları tarafından hastaya, geçmişle karşılaştırılarak, bir nimetmiş gibi pazarlanabiliyor. Örneğin; “artık hastane kuyrukları tarih oldu” , “hekiminizi özgürce seçebiliyor, tedaviye istediğiniz hastanede kısa sürelerde ulaşabiliyorsunuz” , “aldığınız hizmet Avrupa standartlarında” gibi hep alışık olduğumuz argümanlarla reklam yapılabiliyor. Bu noktayı uzaktan değil de içeriden görmek istediğimizde durum ne yazık ki farklı. Hastane kuyruklarında beklemediğine inanan hasta aynı sırayı randevu almak için evinde bekliyor aslında. Yine ağız diş sağlığı merkezleri özelinde örneklendirirsek bir hastanın ağrıyan dişi için randevu alma süresi en az 2 haftadır. Geldiğinde aldığı hizmetse maalesef bütünlüklü bir değerlendirmeden çok uzaktadır.  Hastanın beklentisi yükseltilirken, vaat edilen tedavi şartları hem hasta hem hekim için oluşturulmadığından hasta tepkisini sağlık çalışanlarına yöneltmekte ve sistemin bir getirisi olan sağlıkta şiddeti doğurmaktadır.

Yürütülmekte olan sağlık sistemine hem hasta hem hekim açısından baktığımızda çift taraflı bir sağlıksızlık halinin dayatıldığını görüyoruz. İşte burada şunu sormak gerekiyor, kimin sağlığı için bu sistem devam ediyor? Kapitalizmin sağlığı için elzem, bizim içinse tam bir yıkım olan bu sistemden çıkış için öncelikle sağlık tanımlarını değiştirmeli ve bu alana toplumcu bir perspektifle bakabilmenin gerekliliği görülmeli. En başta sorduğumuz soruların cevabını ‘hayır’a çevirerek sağlığın bir sektör olmadığını kabul edip; sağlık sistemini kâr amacı gütmeden bireylerin birincil sağlık hizmetlerinden faydalanmasını öngören; ekonomik ve sosyokültürel şartları ne olursa olsun tüm vatandaşlara koruyucu ve önleyici sağlığı ulaştırmayı hedefleyen bir sistem olarak yeniden tanımlayabilmeliyiz. Ancak toplumcu bir bakışla piyasacı politikaları uzaklaştırabilir, emek sömürüsünün karşısında durabilir, nitelikli ve bütünlüklü bir tedavi şeklini yaratabiliriz.

ŞUNLAR DA HOŞUNUZA GİDEBİLİR