Köktenci Piyasacılık İdeolojisi ve Diş Hekimliği – Emre Kırmızıtaş

tarafından tdh
0 Yorum Yap

1970’lerde ilk örneklerinin ABD ve İngiltere’de (Thatcher ve Reagan’ın da üstün gayretleriyle) görülmeye başlandığı, adının da neoliberalizm konduğu politikalar örgüsünün çok hızlı bir biçimde çözülmekte olduğu zamanlardan geçiyoruz. Serbest piyasanın her türlü derde deva olduğu doktrini üzerine inşa edilen neoliberalizm, küresel anlamda kurmuş olduğu tahakküme rağmen artık neoliberalizmin en yılmaz savunucuları tarafından bile sorgulanır hale gelmiş durumda. Sermayenin sözcülüğünü yapanların kapitalizmin gidişatı üzerine tedirginliklerini belirttikleri açıklamaların artık açıktan ve sık sık yapılıyor olması bu durumun başka bir göstergesi.

Neoliberalizmin patronları huzursuz eden gidişatı bir yana, emeğe ve bütün sosyal haklara karşı adeta bir karşı-devrim olarak sürüp giden pratiklerinin halklar ve yeryüzü üzerinde yarattığı tahribat geri döndürülemeyecek boyutlara çoktan ulaşmış durumda. Vaktinde tarihin sonunu zafer edasıyla muştulayanlar şimdi dünyadaki yaşama ömür biçmekle, hangi felaketlerin bizleri beklediğini anlatmakla meşguller; bugüne gelinmesindeki sorumluluklarını elbette görmezden gelerek. Kısacası kapitalizmin çok ufak bir azınlık için yarattığı müthiş zenginlikler kalan milyarlarca insana açlık, yoksulluk ve sefalet olarak geri dönmekte.

Yaşadığımız bu yıkım sürecinde toplumun sağlığı da içler acısı durumda. Hangi değerlendirmeye, hangi çalışmaya bakarsanız bakın (buna düzenin rantını yiyenlerinki de dâhil) bu vahim tablonun giderek derinleştiği görülecektir. Dünya Ticaret Örgütü, IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası anlamda sağlık politikalarını belirleyici üst kurumların bu insani krize dair sundukları çözüm ise daha fazla piyasacılık ve daha fazla neoliberalizm olmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü gibi halk sağlığına nispeten daha olumlu yaklaşan yapılar ise ürkek kapitalizm eleştirilerinden öteye gidememektedir.

Sağlık emekçilerinin, toplumun bir ferdi olarak ama daha önemlisi bu sağlıksızlık sürecinde hizmet veren pozisyonda bulunmaları sebebiyle bahsettiğimiz bu çelişkileri daha sert deneyimlediklerine şüphe yok. Sağlık alanının piyasa ilişkilerine göre yeniden yapılandırılması toplumun sağlığını olumsuz yönde etkilerken aynı zamanda sağlık çalışanlarının emeğinin değersizleştirilmesi ve çalışma koşullarının kötüleşmesini de beraber getirdiği için bu sağlıksızlık durumu iyice içinden çıkılamaz hale geliyor.

Şartlar açısından yaşanan bu gerileme sağlık çalışanlarının toplumun sağlığına dair söz söyleme ve eyleme kapasitesinde ciddi iradesel aşınmalara yol açıyor. Genelde hekimlerde özelde diş hekimlerinde bunun yansımaları çok daha açık bir biçimde ortaya çıkmakta. Ülkemiz üzerinden incelersek; hasta ile olan ilişkinin görece daha özerk bir alan üzerinden şekillendiği bir ortamda mesleğini icra eden diş hekimleri, bu ayrıcalıklarını piyasanın dolaysız müdahaleleri ile büyük oranda kaybetmiş durumdalar. ‘’Kendi işinin patronu olmak’’ yani muayenehanecilik artık bitme noktasında, çünkü sermayenin böylesi bir özerkliğe dahi tahammülü yok. Yerini tekelci sermayenin kurulmasına önayak olduğu, hem iş bölümü hem de fiziksel olarak çok daha kompleks xdentler, denty’ler almış durumda. Ağız ve Diş Sağlığı Merkezleri ise, devletin bu tekelleşme yönelimine bir cevap olarak, ama olumsuz anlamda, onu yeniden üreten bir misyonla piyasaya dâhil olma çabasından başka bir anlam ifade etmiyor. Bunu ADSM’lerin sadece idari anlamdaki perspektifine bile bakarak kolayca anlayabiliriz. Bütün bu girişimlerin diş hekimlerinin emeğini daha rahat sömürmenin ortamını oluşturmak için olduğunun da sanırım herkes farkındadır. Hal böyle olunca emeğine ve geniş anlamda özlük haklarına direkt cepheden gelen saldırılar altında bunalan diş hekimleri, zaten uzak olduğu toplumun ağız ve diş sağlığına bütüncül bakma olanağını tümden yitiriyor. Toplumun ağız ve diş sağlığı da böylelikle piyasanın insafına bırakılmış oluyor. Birbirini besleyen bu etmenler, siyasal iktidarın popülist söylemleriyle de birleşince toplumun gözünde hekimin ve hekimliğin niteliğini olumsuz anlamda sorgulanabilir hale getiriyor, cılız olan ağız ve diş sağlığı üzerine yapılan toplumcu çalışmaları, girişimleri değersizleştiriyor, hasta-hekim ilişkisini basit bir tüketim meselesine indirgiyor. Karşı karşıya gelmenin hekime yönelik şiddeti körüklemesi de cabası. Tabii, bu durumun oluşmasında diş hekimliği mesleğinin kendi iç çelişkilerinin (sermayeyle eş güdümlü gelişmesinin, akademinin toplumcu bir perspektifte sahip olmayan, piyasacı eğitim anlayışının, meslek örgütünün sınıfsal pozisyon belirleme konusundaki tutarsızlığının vs.) de kolaylaştırıcı etkisi olduğunu gözden kaçırmamalıyız; burada ciddi ve samimi bir öz eleştiri ihtiyacı kendini hissettiriyor.

Peki, nereden başlamalı? Neoliberal sağlık politikalarının yarattığı tahribatı onarabilir ve gerçekten toplumcu bir sağlık anlayışını oluşturabilir miyiz? Dünyanın dört bir yanında bunun, bazıları hala yaşayan deneyimleri mevcut. Elbette bundan bahsedilen deneyimleri şabloncu bir anlayışla hazır reçeteler şeklinde alıp okumayı ve uygulamaya çalışmayı kastetmiyorum. Kaldı ki konunun çetrefilli yapısı ve derinliği bu yazının sınırlarını oldukça aşıyor. Ayrıca maalesef yukarıda bahsettiğim çelişkilerden dolayı bu paradigmayı diş hekimliğinde hâkim kılmak örneğin bir tıp doktorluğuna göre çok daha zor. Fakat meslekte hiçbir şey iyiye gitmiyor ve bununla eş zamanlı toplum sağlığı gittikçe kötüleşiyorsa, böyle bir tartışmayı başlatmanın, kapitalizmin kendini yeniden üretmede kriz üzerine kriz yaşadığı koşullarda, piyasacılığın içini boşalttığı, yozlaştırdığı değerleri yeniden tanımlamanın gerekliliği hiç olmadığı kadar çok kendini dayatmaktadır. Diş hekimlerinin emeğinin değersizleştirilmesinin durdurulması, neoliberal saldırıların savuşturulması, toplumun ağız ve diş sağlığının iyileştirilmesi, bu alanın sermayedarların insafına bırakılmaması ancak böyle bir tartışmanın olgunlaşması, pratikte kendini toplumcu diş hekimliği anlayışında örgütlemesiyle mümkündür.

ŞUNLAR DA HOŞUNUZA GİDEBİLİR