Türkiye Ağız ve Diş Sağlığı Profili Araştırması – Emre Kırmızıtaş

tarafından tdh
0 Yorum Yap

Sağlık Bakanlığı (SB) tarafından yayınlanan ve 26. Türk Diş Hekimleri Birliği (TDB) Uluslararası Diş Hekimliği Kongresinde proje koordinatörü tarafından sunumu yapılan Türkiye Ağız ve Diş Sağlığı Profili (TADSAP) 2018 Araştırması, yaklaşık 15 yıl önce benzer ölçekte yapılan araştırmadan sonra ilk olması nedeniyle üzerinde durulmayı hak ediyor. Araştırma, Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken yeni bir sağlık sistemi tartışmalarının da hızlandığı bugünlerde ağız-diş sağlığı başlığında konunun değerlendirilebilmesi açısından önemli veriler barındırıyor.

Başlarken şu uyarıyı yapmak gerekiyor: COVID-19 salgınında ve diğer birçok gündemde toplum olarak defalarca kez deneyimlediğimiz üzere konu Sağlık Bakanlığı olunca paylaşılan verilerin tutarlılığı ve güvenirliği oldukça tartışmalı hale gelmektedir. Aşağıda paylaşılacak istatistikler ve bunlardan doğru yapılacak yorumlar bu kısıtlılık göz önüne alınarak değerlendirilmelidir.

Eşitsizliklere Vurgu

Araştırmanın “Giriş” bölümü herhangi bir SB metninden beklenmeyecek düzeyde -bizim için de şaşırtıcı biçimde- sağlıkta eşitsizlik vurgusu içeriyor. Ağız-diş sağlığı açısından sosyoekonomik faktörlerin önemi, bireysel önlemlerin genel çevresel belirleyiciler karşısındaki yetersizliği, sağlık hizmetlerine erişimdeki engeller, bölgeler arası eşitsizlik, yoksulluk, işsizlik ve sosyal olarak dezavantajlı olmanın etkileri gibi konulara değinildiğini görüyoruz. Yazıyı uzatmak pahasına birkaç alıntıyla örneklemek gerekirse:

Bireysel davranışlarla sadece bir dereceye kadar azaltılabilen bir takım dış faktörler de ağız sağlığı üzerinde belirleyicidir. Bu belirleyiciler arasında kötü yaşam koşulları, düşük eğitim, işsizlik ile temiz suya, sağlık tesislerine ve ağız sağlığı hizmetlerine sınırlı erişim sayılabilir.

Ağız hastalıkları toplumun yoksul ve sosyal olarak dezavantajlı üyelerini daha fazla etkiler. Sosyoekonomik durum (gelir, meslek ve eğitim düzeyi) ile ağız hastalıklarının görülme sıklığı ve şiddeti arasında çok güçlü ve doğrusal bir ilişki vardır. Bu ilişki tüm gelir gruplarındaki ülkelerde ve tüm yaş gruplarında görülür.

Ağız hastalıklarının tedavisi hem düşük ve orta gelirli ülkelerde hem de birçok yüksek gelirli ülkede, toplumun geneli için erişilemez veya maliyeti karşılanamaz durumdadır. Diş hekimlerinin dağılımı çoğunlukla dengesizdir. Diş hekimleri daha varlıklı nüfusa hizmet edecek şekilde kentsel bölgelerde yoğunlaşmıştır. Kırsal alanların ağız sağlığı hizmetlerine erişimi kısıtlıdır.

Kamu harcamalarının kısıtlanması birçok ülkede ağız sağlığı hizmetlerinin özelleşmesine neden olabilmekte, bu da söz konusu hizmetlerin erişilebilirliğini azaltıp sosyal eşitsizlikleri artırabilmektedir.

Bunlara ek olarak ilk bölümde “esas belirleyiciler” ve “entegre sistem” gibi ifadeler de bulunuyor. Çoğunlukla Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) ilgili raporlarından alıntıların ve kavramların kullanıldığı bölüm yalnızca tedaviye yönelik yaklaşımın yetersizliğini belirterek sona eriyor. Uzun ama SB metni açısından enteresan bir alıntıyı paylaşmak gerekiyor:

Tedaviye yönelik yaklaşımlar ağız hastalıklarının yükününün azaltılmasında gerçekçi ve sürdürülebilir değildir. 21. yüzyıl diş hekimliği, ağız hastalıkları ile küresel anlamda mücadele etmekte yetersiz kalmıştır. Bu durum diş tedavisi hizmetlerinin sunumundaki genel felsefenin ve modelin hatalı olmasından kaynaklanmaktadır. Diş hekimliği mesleği ve diş hekimliği uygulamalarında; geçmiş bilgiyi ve mesleğin cerrahi geleneğini yansıtan tedavi odaklı, girişimsel model hâkim olmaya devam etmektedir. Diş hekimliği eğitiminin temel ilkeleri de uzun yıllardır büyük ölçüde bu eksende kalmıştır. Diş hekimleri genel olarak proaktif ve koruyucu değil, hastalık veya problem ortaya çıktıktan sonra yani reaktif olarak operatif müdahale yapmak için eğitilmişlerdir. Bu tür bir eğitimin, diş hekimlerini hasta veya sağlık merkezli değil, hastalık merkezli olmaya hazırladığı ifade edilmektedir. Özetle, diş hekimliği ve ağız sağlığı sistemleri radikal bir reform gerektirmektedir.

Toplumcu Diş Hekimleri olarak faaliyete başladığımız ilk günden bu zamana Türkiye’de uygulanan tedavi odaklı ve piyasaya angaje mevcut modelin çıkmazlarını, sağlık sorunlarının çözümü açısından gerçekçi olmadığını, bu modelin diş hekimliği eğitiminden toplumun ağız-diş sağlığına kadar türlü olumsuz etkilerini ve radikal bir müdahale gerekliliğini ısrarla anlatmaya çalışıyoruz. Bugün gelinen noktada artık görüyoruz ki SB yayınlanan araştırmadaki ifadeler üzerinden haklılığımızı kabul etmiş durumdadır.

Peki, yukarıdaki alıntıda bu modelin gerçekçi olmadığını kabul eden SB ne yapmaktadır? Ağız-diş sağlığı hizmetleri alanındaki bütün örgütlenmesini tedavi odaklı olacak biçimde kurgulamayı sürdürmektedir. Koruyucu ve önleyici hizmetlere yeterli kaynak ayırmamaya, ikinci plana atmaya devam etmektedir. MHRS düzenlemesiyle devletteki diş hekimlerinin iş yükünü alabildiğine arttırmaktadır. Seçim yatırımı olarak neyin ne şekilde planlandığını bilmediğimiz sözde pilot uygulamalarla diş hekimlerinde ve toplumda beklenti yaratmaya çalışmaktadır. Geçtiğimiz günlerde yayınlanan “Ağız ve Diş Sağlığı Hizmeti Sunulan Özel Sağlık Kuruluşları Hakkında Yönetmelik” ile özel sektöre daha fazla alan açmaya, ulusal ve uluslararası sermaye grupları lehine yeni düzenlemeleri uygulamaya koymaktadır. “Diş hekimi olmanıza gerek yok, paranız olması yeterli” diyerek özel ağız diş sağlığı hastanelerinin kurulmasını teşvik etmektedir. “Sağlık Turizmi” adı altında eldeki sınırlı altyapının, yurttaşların karşılanması gereken acil sağlık gereksinimlerine rağmen patronların ve sermaye gruplarının hizmetine sunmanın hesaplarını yapmaktadır.

Özetle, Sağlık Bakanlığı en iyi bildiği işi yapmaya, sağlık emekçilerini ve halkı oyalamaya devam etmektedir. AKP iktidarından gelebilecek herhangi bir “reformun” ne diş hekimlerine ne de toplumun geneline bir faydası olacaktır.

Bulgular

Araştırmanın 73 ilde 10 binden fazla katılımcı ile yapıldığı ifade edilmiş ve bulgular 5, 12, 15, 35-44 ve 65-74 yaş grupları için ayrı ayrı değerlendirilmiştir. Her ne kadar giriş bölümünde sosyoekonomik faktörlere bolca vurgu olsa da sunulan verilerin bu açıdan sınırlı kaldığı (gelir düzeyi, istihdam biçimleri, barınma vb.) ve belirlenme ilişkilerinin yeterince ortaya konulmadığı görülmektedir. Yüz yüze anket ve ağız-diş muayenelerinden elde edilen verilerden önemli gördüğümüz birkaç tanesini paylaşalım.

Her Üç Çocuktan Birisi Diş Ağrısı Çekiyor

5 yaş grubu çocukların %34,5’i, 12 yaş grubu çocukların %38,8’i ve 15 yaş grubu çocukların %41,2’i son bir yıl içerisinde diş ağrısı yaşadığını veya dişlere bağlı rahatsızlık hissettiğini belirtmiştir. Her üç grup için de bu oran kız çocuklarında erkek çocuklarına göre daha yüksektir. 5 yaş grubu çocukların sadece %32,9’u daha önce bir diş hekimine gittiğini belirtmiştir. Ayrıca sonuç bölümünde belirtildiği üzere 5 ve 12 yaş grubu çocukların ilk kez diş hekimine gitme yaşı ve diş hekimine gitme sıklığında 2004 yılına kıyasla önemli bir değişim gözlenmemiştir. Ağız-diş sağlığı hizmetlerinin basamaklı şekilde örgütlenmemiş olması ve etkin çalışan birinci basamak hizmetlerin bulunmayışı rahatsızlıklara rağmen çocuklarla diş hekimlerinin temasının eksik ve geç kurulmasına yol açmaktadır.

İki Çocuktan Birisinin En Az Bir Çürük Dişi Var

5 yaş grubu çocukların %64,4’ünün, 12 yaş grubu çocukların %46,6’sının ve 15 yaş grubu çocukların %58,3’ünün (kron) en az bir çürük dişi bulunuyor. Çürük dişe sahip olan çocukların tedavi gereksinimlerinin ise büyük ölçüde karşılanmadığı görülmektedir. Beş yaşındaki çocukların tedavi ihtiyacı incelendiğinde %33,6’sının hemen tedavi olması gerektiği, %30,5’inin ise koruyucu veya rutin tedaviye ihtiyacı olduğu görülmektedir. Bu oranlar 12 ve 15 yaş grubu çocuklar için sırasıyla %28,1%37,2 ve %39,2%31,6 olarak saptanmıştır.

Diş Hekimine Yalnızca Sorun Olunca Gidiliyor

Katılımcıların diş hekimlerine gitme sıklığı ve nedenleri ağız-diş sağlığı hizmetlerinin genel kurgusunun toplumda yarattığı eğilimi göstermesi açısından önemli. 5 yaş grubu çocukların %84,2’si, 12 yaş grubu çocukların %90,4’ü, 15 yaş grubu çocukların %89,5’i, 35-44 yaş grubu katılımcıların %92,4’ü ve 65-74 yaş grubu katılımcıların %94,9’u diş hekimine yalnızca şikâyeti olduğunda gitmektedir. Bu şikayetlerin neredeyse tamamı diş, diş eti veya ağızla ilgili ağrı ya da diğer sorunlardan kaynaklanıyor.

Düzenli Diş Fırçalama Oranı Düşük

Günde en az iki kere düzenli olarak dişlerini fırçalama oranının her yaş grubu için düşük olduğu tespit edilmiştir. 5 yaş grubunun %20,2’si, 12 yaş grubunun %21’i, 15 yaş grubunun %28,2’si, 35-44 yaş grubunun %25’i ve 65-74 yaş grubunun %18,6’sı düzenli olarak dişlerini fırçalamaktadır. 2004 yılındaki araştırmaya göre 5, 12 ve 15 yaş grubu çocuklar arasındaki düzenli diş fırçalama oranının düşmüş olması ayrıca dikkat çekicidir. Düzenli diş fırçalamaya yönelik sağlık eğitimi ve motivasyon çalışmalarının bu veriler göz önüne alınarak yeniden değerlendirilmesi gerekmektedir.

Diş Fırçası Harici Hijyen Ürünleri Kullanımı Yetersiz

Düzenli diş fırçalama alışkanlığının sınırlı olmasının yanında diş fırçasına ek olarak çeşitli hijyen ürünlerinin (diş ipi, ara yüz fırçası, gargara, ağız spreyleri vb.) kullanımı yetersiz durumdadır. 5 yaş grubu çocukların %10,3’ü, 12 yaş grubu çocukların %34,8’i, 15 yaş grubu çocukların %45,8’i, 35-44 yaş grubu katılımcıların %62,6’sı, 65-74 yaş grubu katılımcıların %43’ü ağız-diş sağlığını korumaya yönelik en az bir ek ürün kullandığını belirtmiştir. Bu ürünlere erişimin önündeki engellerin neler olduğu ve bunların nasıl kaldırılacağı konusu önemlidir.

Hizmet Kullanımında Bölgesel Eşitsizlikler

Ağız-diş sağlığı hizmetlerine erişimde bölgeler arası eşitsizlik dikkat çekmektedir. Örneğin, 15 yaş grubu çocuklarda daha önce diş hekimine gittiğini belirtenlerin oranı Doğu Karadeniz bölgesi için %87,5 olurken Kuzeydoğu Anadolu bölgesi için ise %56,3 olarak bulunmuştur. Yüzde otuzdan fazla olan bu fark kabul edilebilir değildir. Aynı eşitsizlik yetişkinlerin hizmet kullanımında da vardır. Doğu Karadeniz bölgesinde yaşayan 35-44 yaş grubu katılımcılarla Doğu Marmara bölgesinde yaşadığını belirten aynı yaş grubu katılımcılar arasında yüzde onluk bir fark bulunmaktadır.

Çözüm: Kamusal, Basamaklı ve Entegre Sistem

Yukarıda paylaşılan verilerden anlaşılacağı üzere Türkiye’nin ağız-diş sağlığı sorunları aradan geçen onca yıla rağmen yerli yerinde durmaktadır. Bu sorunların çözümü için ise birçok başlıkta radikal değişiklikler yapılması zorunludur. Yazarlar sonuç bölümünde Sağlıkta Dönüşüm Programının ağız-diş sağlığı hizmetlerinde ilerleme sağladığını belirtseler de istatistikler ve sahadaki durum bunun aksini söylemektedir. Ağız-diş sağlığı hizmetlerinin mevcut ihtiyaçları gözetecek ve eşitsizlikleri azaltacak biçimde, kamusal sisteme entegre ve basamaklı şekilde yeniden örgütlenmelidir. Bunun için de ön koşul olarak sağlıktaki piyasacı dönüşümün baş sorumlusu olan AKP iktidarından bir an önce kurtulmak ve sağlık alanındaki tahribatı hızla gidermek amacıyla çalışmalara başlamak gerekmektedir.

Herkes için parasız, eşit, bilimsel, nitelikli, erişilebilir, anadilinde sağlık hizmeti ilkesine ağız-diş sağlığı hizmetleri de dahildir. Özel olarak ağız-diş sağlığı ve diğer tüm sağlık sorunlarının kalıcı çözümü ise bu ilke temelinde uygulanacak sağlık politikalarından, yeni ve toplumcu bir sağlık sisteminden geçmektedir.

 

 


Raporun tamamına erişmek için: shgm.saglik.gov.tr/Eklenti/42552/0/tadsppdf.pdf

ŞUNLAR DA HOŞUNUZA GİDEBİLİR